Aşk da tıpkı Elif gibidir.
İsminde gizlidir, ama okunmaz.
O olmadan da besmele sese gelmez.
O her şeyin içindedir ama hiçbir şeyde görünmez.
Hz. Mevlana
Sırra eren ve manasını anlayabilen CANLAR Selâm olsun.
Posted via Blogaway
Aşk da tıpkı Elif gibidir.
İsminde gizlidir, ama okunmaz.
O olmadan da besmele sese gelmez.
O her şeyin içindedir ama hiçbir şeyde görünmez.
Hz. Mevlana
Sırra eren ve manasını anlayabilen CANLAR Selâm olsun.
ÇÖZÜM SÜRECİ VE ALAN HÂKİMİYETİNDE VASIF DEĞİŞİMİ!
Ahmet Türk
28 Aralık 2014 Pazar 04:00
2015 seçimleri yaklaştıkça Çözüm Süreci’nde işler ve taraflar iyice kızışıyor! “Kamuoyu bize itibar etsin” yarışı tam gaz devam ediyor! Müzakere Süreci’nin taraflarından “eli silahlı dağ ve mobil şehir kadroları” ısrarla “PKK silahı bırakmayacaktır! Müzakere sürecine bu şartla devam ederseniz edin yoksa umurumuzda değil” mesajlarını vermeye devam ediyor. Üstüne üstlük da, Sırrı Süreyya’nın “Özerklik ve Öcalan’a af” konulu tüyolarını destekleyen içerikte beyanlarıyla örtüşen “Öcalan 2015’te aramızda” mesajları da, Çözüm Süreci’ni yürüten siyasi ve bürokratik kapasiteyi oldukça zor durumda bırakmaya devam ediyor!
Müzakere masasının hükümet tarafı ise “Onun bunun ne dediğinin bir önemi yok. Bizim ne dediğimizin önemi var. Vatandaşlarımız hükümeti takip etsinler, meşru siyaset kurumunun ne dediğine baksınlar” diyerek ortalığı toparlamaya çalışıyorlar. “Madem siz ‘meşru’ siyaset kurumusunuz niçin silahını bırakmayacağını sürekli dillendiren ‘gayri meşru’ odaklarla masaya oturup müzakere süreci yürütüyorsunuz..? Terör örgütü kapalı kapılar ardında dillendirilenleri ve niyetleri kamuoyu ile paylaşınca mı ‘gayri meşru’ oluyor..? Hani silahı bırakma şartıyla süreç yöneteceğinize dair sözleriniz..? Hani kırmızı çizgileriniz..?” gibi sorular mevcut çelişkilerin farkında olan “vatandaşın” zihninde ve dilinde çokça yer etmeye başladı!
İşin boyutunun sarpa sarıp “Analar Ağlaması”ndan öte bir noktaya gelmesi, Çözüm Süreci yöneticilerinde “Anksiyete Bozukluğu”na yol açmış durumda! Bunun içindir ki çelişkiye düşürecek durum tespitleri ve inandırıcı olmayan istikamet tayinlerinde bulunuyorlar!
Bırakın Çözüm Süreci fitilinin ateşlendiği Aralık 2012 yılını, önceki açılım süreçlerinden beri dillendirdiğimiz lakin açılımcılar tarafından ikinci sınıf komplo teorisi diye nitelendirilen risk ve tehdit öngörülerimiz bir bir gerçekleşmeye devam ediyor. Pazarlıksız, şartsız ve tavizsiz bir şekilde barış içerisinde bir müzakere süreci yürütülüyor sözleri yerine artık; “Yerel yönetimlere maskesi altında özerklik” tartışmaları, “Öcalan’a af” beklentileri, “sabredin, şu anda toplum bunlara hazır değil” sözleri gündemden düşmüyor! Bunlar işi politik yüzü… Terörün bitmesi için masabaşında müzakere edilen terör örgütünün Çözüm Süreci kapsamında nereden nereye geldiği ve bunların devlete ve hükümete racon kesecek cesareti nereden bulduğu sorusunun cevabı olan “saha/alan hâkimiyeti” mevzuu ise daha vahim:
1- Gelinen aşamada PKK, sınır içindeki terörist kamp ölçeklerini değiştirmiş, büyütmüş, lojistiğini merkezileştirmiş, tahliyesi sağlanan KCK unsuruyla birlikte, il-ilçe merkezlerinin genel siyasi havasını, halk kitlelerinin mobilizasyonunu denetler hale gelmiştir.
2- Bırakın artık “gece silahlı gündüz külahlı” gizliliğini, PKK silahlı saha unsuru artık “mobil” hale gelmiş, Doğu ve G.Doğu bölgelerimizin birçok il-ilçe merkezlerinde, çoğu üstü açık araç parkuruyla “devriye atmaya” başlamışlardır! Kuzey Irak ve Kuzey Suriye gelişmeleri PKK’nın daha fazla araçlı hale gelmesinde ciddi katkı sağlamıştır.
3- Geçtiğimiz günlerde bazı internet basınına da yansıdı; PKK, hâkimiyetindeki kamp yerlerinin kritik erişim (müdahale) güzergâhlarında mayınlama yürütmeye başladı! PKK bu yolla, denetimindeki yerlerin “karadan müdahale” edilebilirliğini hem azaltmaya hem de güçleştirmeye çalışmalarına hız vermekte…
4- Silahını bırakma şartına uymadığı halde PKK ile müzakerelere devam edilmesi, fiili olarak PKK’yı legalleştirmenin yanında, bölge halkını PKK’nın baskı ve insafına bütünüyle açık hale getirmiştir. Devlet, PKK terör örgütü ile sivil Kürt vatandaşlarının ayrımını yapabilecek yeteneklerini “iyice” yitirmiş duruma gelmiştir! Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde şehir ve varoşlarda bürokratik ve sosyal kontrol yitirilmiş, PKK’yı tasvip etmeyen ve sırtını devlete dayan Kürt kardeşlerimizin devlete olan güvenleri ise dibe vurmuştur
CARL SCHMİTT’İN HAYALETİ ANKARA KORİDORLARINDA!
Ahmet Türk
24 Aralık 2014 Çarşamba 04:00
Yazan-çizen tâifenin insanların kanaatini değiştirme gibi bir misyonunun olmaması gerektiğini, en önemli amacının ise, hakikatin hatırını başka hatırlardan üstün tutup, “bilgi” ile “kamuoyu” arasındaki engellerin kaldırılmasına katkıda bulunması diye düşünüyorum. Gerçi ortalık “devlet sırrı” kılıfına sokulup bilgi edinme hakkının kapsamı dışında tutulan bilgilerden geçilmiyor ama mevzu ettiğim“bilgi”den kastımız “devlet sırrı” kapsamındakiler değil doğal olarak… Kastettiğim şeffaflıktır; aziz milletin lehinde ve aleyhinde gelişenlere vâkıf olması için azami gayret sarf edilmesi gerektiğidir! Bu sadece yönetilenin değil, yönetenin de yararına ve çıkarınadır.
Meramımı en güzel ve açık şekilde açıklayan Ak Parti Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Prof. Dr. Naci Bostancı hocanın kelamı ile takviye edeyim: “Bir iktidar; kendine epik bir söyle ve kutsal bir anlatım oluşturup kutsalla kendini tahkim ediyorsa, o kutsalın örtüsü altında her türlü çirkinliği yapabilir. Kitleler iktidar ilişkilerinin o karanlık, mahrem, bazen kutsallık atfedilen örtüsü altındaki alana ilişkin bilgi sahibi olmalıdır.”
Sürekli muhalif düzlemde yazıp siyasi iktidara “çakıyor” diyenlerin manevra alanını daraltacak bu zorunlu altyapı çalışmasından sonra yazımın asli konusuna gireyim:
Malumunuz; yıllardır darbecilerin meşruiyet gerekçesi olarak öne sürdükleri “TSK İç Hizmet Kanunu madde 35” değiştirilmiş ve silahlı kuvvetlerin vazifesi ile alakalı tanım“yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı” kalibre edilmişti! Yeni düzende “isabetli ve haklı” olarak askerin darbe meşruiyeti olarak sarıldığı muğlâk gerekçeler ortadan kaldırılmıştı. Lakin bu kez de “iç tehdit” karşısında silahlı kuvvetler devre dışı bırakılmıştı. Türkiye bunun bedelini, Çözüm Süreci’nin “sahte barış” atmosferine rağmen; PKK/KCK’nın, “Kamu Düzeni”ni ağır ihlalleriyle ve ülke bütününde yıldırma-sindirme şeklinde format kazanan kitlevi eylemlerini artırarak müzakere masasında pazarlık payını arttırmasıyla ödedi ve ödemeye devam ediyor!
Şu sıralarda benzer bir hataya düşülmek üzere! “Sessiz sedasız” bir şekilde, karmaşık hukuki ve teknik detayların içerisinde saklanarak yürütülen lakin muhalefetin MHP kanadının son anda uyandırılmasıyla “dillendirilen” bir gelişme var: Olağanüstü Hal ilan etme yetkisinin Bakanlar Kurulu’ndan alınıp, İçişleri Bakanlığı’na devriyle alakalı niyetlerin hayata geçirilmesi çabaları..!
Bu çabaların gerekçesini şunlara bağlıyorum: Başbakan Davutoğlu “6-11.Ekim Ayaklanma ve Yağmalama Eylemleri” sırasında polis-jandarmanın yetersizliği nedeniyle Çözüm Süreci zevale uğramasın diye devre dışı bırakılan Kara Kuvvetleri’ni sahaya sürmüş ve bölgedeki KCK etkinliğini devre dışı bırakmakta mühim bir katkı sağlamıştı. Sadece bununla yetinmemiş, MİT-Öcalan Müzakere Süreci’nin ağır-aksak işleyişine şerh koymuş, kamu düzeni politik düzeltmesini tam olarak beceremese de devreye almaya çalışmış, ret potansiyellerini yeri geldiğinde kullanarak “iktidar üretmeye” çalışmıştı…
Hülasa,gelinen aşamada; “Egemenlik” kavramıyla “olağanüstü hal” kavramı arasında yarattığı paralellikler üzerine temellendirdiği tezleri, çoğulculuğa ve parlamenter sisteme olan karşıt fikirleri ve hayli ses getiren dost-düşman denklemiyle siyasal düşünce ve hukuk tarihinin en tartışmalı figürlerinden biri olan Carl Schimitt’in (1888-1985) siyasi teolojisinin “tutkunları” ile “diğerleri” şeklinde siyasi iktidarın “karar alma” mekanizması ikiye bölünmüş durumdadır!
Bu ikiye bölünmüşlük, “kamu güvenliğini” ve “egemenlik haklarımızı” riske atacak yer değiştirmelere yol açmakta ve asli sorumlulukları gevşetmektedir!
Eğer Doğu ve G. Doğu’da kısmi olağanüstü hal ilanı yetkisi Bakanlar Kurulu’ndan İçişleri Bakanı’na devredilirse ve düşünülen düzenlemeler kanunlaşırsa, çok ağır olumsuz sonuçlar doğacaktır
ALLAH'ım kimsenin gönlünden cümül cihanın yaratılmasına vesile olan AŞK hissini almasın.
Yokluğu ya Nar-ı cehennem,ya zemher-ül ayazda olsa özünde ruhun feryadıdır.
O yüzdendir dervişlerin HU diye destur ile girdiği mecliste AŞK OLSUN diye merhabalaşması.
Hz.Peygamberin dini tebliğidir AŞK.
Hz. Ali'de muhabbetin ve cesaretin adı AŞK,
Kerbela'da Hz.Huseyin'in duruşudur AŞK
Yunus'ta dillenip bezenen her söz AŞK,
Haci Bektaş-ı Veli'de merhamete bürünen AŞK.
Mevlana'ca söylenip Mesnevi'de dillenen AŞK,
Atatürk'ün kuruluş mücadelesinde dehasidir AŞK,
çanakkale, dumlupınar,sarikamista şahadettir AŞK,
Gönderlerdeki şanlı bayrağımdır AŞK,
Minarelerdeki ilahi davet ezandır AŞK,
AŞK OLSUN canlar.
NEREDE
Niçin bu hallere düştüm niçin ben,
Bir koca çınardım,özüm nerede?
Öğle bir mukaddes dava için ben,
Yanıp kul olmuşum,közüm nerede?
Ceddim denizlerde kükrer coşardı,
Yiğit gölgesinde yiğit yaşardı.
Başlar edilirdi,taçlar düşerdi,
Bir gücümüz vardı bizim,nerede?
Bir hançer dayanmış yurdun bağrına,
Haykırsan da cevap gelmez çağrına,
Bu devlet-i ebed,müddet uğruna,
Ezelden verilmiş sözüm nerede?
Savaşta kartalım,sulhta meleğim,
Çevrilmedi Hak'tan hiçbir dileğim,
Bukulmezdi benim tunçtan bileğim,
Şimşekle yarışan hızım nerede?
Alev alev kır atının yelesi,
Zabt olunmaz asla iman kalesi,
Birgün biter elbet Türk'ün çilesi,
Zafer türkülerim,sazın nerede?
Törende kutsaldır silahın atım,
Sürmüş asırlarca tüm saltanatım.
Ülkem yasta,ondan asık suratım,
O gülünce gülen yüzüm nerede?
Varsın olmasın ne rütbem,ne tuğum,
Hep vatan içindir böyle coştuğum,
Nerede benim o cihangir çocuğum,
Nerede Fatih'im,Oğuz'um nerede?
Gün olurda bir gün gelir Oğuz'um,
Öç gününü elbet bilir Oğuz'um,
Canım feda yurda,olursa lüzum,
Sefer için oğlum-kızım nerede?
Mal değil vatandır canın yongası,
Çek kından kılıcı, açılsın pası,
Bitsin artık bitsin kardeş kavgası,
Nerede ahlâk,iman çözüm nerede?
Bir koca çınardım,özüm nerede?
Abdullah Satoğlu
Dün,bugün ve ∞ daima.
Bilimin ve teknolojinin ışığından faydalanamayan birey ve toplumlar,kendilerini cehaletin karanlık ve kör kuyularında bulmaya mahkumdurlar.® Fatih ÇALTI
Sözcü gazetesi yazarı Soner Yalçın bugünkü yazısında Kuyrukçu Sol başlığı altında Uludağ Üniversitesi ile Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesinde yaşanan PKK ile kuyrukçularının TGB stantlarına yaptıkları saldırılara değindi. Yapılan saldırıda Ankara Üniversitesi DTCF'de Nâzım Hikmet, Âşık Veysel, Attila İlhan ile Cemâl Süreya'nın afişlerinin yırtıldığını belirten Yalçın, saldırganların siyasî kimliklerini kayberek PKK kuyrukçusu olduklarını ifade etti.
İşte o yazı:
John Atkinson Hobson (1858-1940) bir İngiliz gazete patronunun oğluydu. Ekonomistti, sosyal bilimciydi.
K. Marks‘ın nasıl zengin yoldaşı F.Engels varsa, onun da iktisat bilimini geliştirecek ünlü işadamı ve dağcı Albert F. Mummery adlı dostu vardı! “Yoksulluk” (1891), “Modern Kapitalizm” (1894), “Evrim ve İşssizler” (1896) “Sosyal Reformer” (1898) adlı kitapları yazdı.
İngilizler’in Güney Afrika’yı işgal eden İkinci Boer Savaşı‘nı, Manchester Guardian adına muhabir olarak takip etti. Ve Hudson bu savaşta “emperyalizm” kavramı tanımını yaptı. Tartışmasız başyapıtı “Emperyalizm” (1902) kitabında; emperyalizmi, yeni pazarlar arayan “modern kapitalizmin” zorunlu sonucu olarak tanımlayarak Lenin, Troçki, Luxemburg gibi sosyalistleri etkiledi.
Emperyalizm; yayılmacılık demekti.
Bu; bir ülkenin topraklarını geliştirmesiyle de olurdu; bir ülkenin başka ülkenin kaynaklarından yararlanmasıyla da olurdu.
Peki bu nasıl gerçekleştirilirdi? Silahla! Ya da…
“Bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü” deyimini haklı çıkacak, “öpücükle”!
Bu öpücük; “medeniyet”, “demokrasi”, “özgürlük”, “insan hakları”, “barış” sözleriyle fiiliyata geçirilirdi ki, öpülen sadece öpüldüğünü sansın! Örneğin…
ABD‘nin, Ayn El Arap (Kobane) bölgesindeki PKK‘nın yan örgütü PYD‘ye havadan silah ve mühimmat yardımında bulunması üzerine örgüt yöneticisi Enver Müslim, “aldığımız malzemeler yerine sağlam bir şekilde ulaştı. Bize bu yardımı yapanlara teşekkür ediyoruz” dedi.
Odatv‘nin bu haberle ilgili başlığı ironikti: “Bu emperyalizm bir harika dostum..!”
Ne ebola ne mers; günümüzde en öldürücü hastalık emperyalizmdir.
Bulaşıcıdır; ve evet öpmeyle geçer…
93 Manifestosu
Kim ki…
“Ulus -devlet bitmiştir” veya “emperyalizm çağı artık geride kalmıştır” lafını ederse hemen oradan uzaklaşın; bilin ki bu sözleri eden kişi öpülmüştür.
Siz ki…
“Aydınlanma, bağımsızlık, laiklik” derseniz ve birileri burunlarını kıvırıyorsa, bilin ki öpülmüştür.
Hep söylerim…
Özellikle Nobel Ödülü almış kişilerden uzak durunuz; hastalığın yayılma merkezlerinden biri burasıdır.
Birinci Dünya Savaşı hemen öncesinde 28 Temmuz 1914’te yayınlanan ünlü “93 Manifestosu”nu bilir misiniz? 93 Alman sanatçı-yazar-bilim insanı, Almanya’nın neden Belçika’ya savaş açması gerektiğini imzaladıkları bildiriyle dünyaya duyurdu; Goethe’nin, Kant’ın, Beethoven’ın medeniyetini götüreceklerdi!
Bu aydınlar arasında Nobel Ödülü almış şu isimler vardı: Fizikçi Röntgen, Kimyacı Fischer, Kimyager Baeyer, Fizikçi Lenard, Filozof-Edebiyatçı Eucken, Kimyager Ostwald, Fizikçi Wien, Yazar Hauptmann, Kimyager Haber, Fizikçi Nernst…
Sonuç?
Eğer mücadele edilmezse, emperyalizmin öpücük aldatmacasıyla gittiği coğrafyaya kıran girer. Birinci Dünya Savaşı öncesi Avrupalı solcular bunu bilmiyordu; ve tarihin en büyük bölünmesini yaşadılar…
Sosyalist partiler parlamentolarında savaşa “evet” dediler; (Avusturya’dan Adler, Almanya’dan Ebert, Rusya’dan Plekhanov) hükümetleriyle işbirliği yaptılar; (Fransa’dan Vaillant, Belçika’dan Vandelvelde, İngiltere’den Henderson) savaş kabinelerinde yer aldılar.
İşçi sınıfı birbiriyle savaşacaktı! “Enternasyonal ütopya” yerle bir oldu.
Savaşa sadece dört parti karşı çıktı: Rusya’dan Menşevik ve
Bolşevikler, İngiltere’den İşçi Partisi ve Sırbistan’dan Sosyal Demokrat Parti. Bunlara göre, “100 kölesi olan bir köle sahibi, kölelerin daha ‘adil’ dağılımı için, 200 kölesi olan bir köle sahibine karşı savaşa girişiyordu!”
Bolşeviklerin lideri Lenin, bu eğilimi sosyal-şovenizm olarak adlandırdı:
Teoride sosyalizm- Pratikte şovenizm.
Emperyalizm gökten zembille inmiyordu!
Tüm bunları niye yazdım..?
Kuyrukçu Sol
Önceki gün…
Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde kavga çıktı.
Türkiye Gençlik Birliği’nin açtığı standa saldırıldı ve Nazım Hikmet, Aşık Veysel, Attila İlhan ve Cemal Süreya afişleri yırtıldı.
İddiaya göre saldıranlar; “Yurtsever Devrimci Gençlik Örgütü” ve “Öğrenci Kollektifleri” idi. Aynı saldırı dün Uludağ Üniversitesi‘nde de gerçekleşti.
Neler olduğu belli; emperyalizm Türkiye solunu bölüyor.
Evet, saflaşmanın mihenk noktası, emperyalizm…
Bölgede haritalar yeniden çizilirken; ne yazık ki, Türkiye solu “kafasız” mücadeleye devam ediyor.
Anlamamaya dayalı bir süreç yaşıyoruz. Çünkü, bu ülke aydınının teorik dünyası sığ! Bu nedenle, hayatı yenilgilerle geçen romantik solcumuzun “çocukluk hastalığı” devam ediyor:
Kafasındaki şablona uymayan gerçekleri görmek istemiyor.
Acı ama, düşünme yetisini kaybetti.
Acı ama, siyasi zekasını kaybetti.
Acı ama, mücadele ruhunu yitirdi.
Bu nedenle kuyrukçu oldu!
Kuyrukçu kendine güveni olmayandır. Yani…
Türkiye’nin yaşadıkları hakkında açık-anlaşılır tavrı olmayanlar; kendilerinin bir güç olamadığını kabul ederek, kitle tabanı olan siyasi güçlerden birisine (örneğin PKK’ya) eklemlenmeyi tercih ediyor.
İtibariyle siyasi kimliklerini kaybediyorlar.
Bu nedenle; dünün “yetmez ama evet”çileri bugün “Kobane” dışında söz dinlemek istemiyor! Hep aynı kişiler olması tesadüf olabilir mi? Ki bunlar…
Yani bu kuyrukçular; ideolojiyi-siyaseti yorumlama hakkını bağnazca kendi tekeline almak istiyor; “düşünce tiranlığı” kurmak istiyor.
Yorulmadılar da… (AKP desteği örneğinde olduğu gibi) yenilgi kaçınılmaz olunca; hayatları, yaşadıklarına sorumlu bulmakla geçiyor.
Oysa…
Her maddi durum/her olgu bilinç yaratır.
Dün bugünün anahtarıdır. Duygularınla değil, kafanla düşünürsen safını rahatça seçebilirsin:
Öpülmek istiyor musun, istemiyor musun?
Kiminle yatağa girdiğin önemli…
Adnan İSLAMOĞULLARI kaleminden.
On yıllardır PKK terörüyle mücâdele eden bir ülkeydi Türkiye. Kundaktaki bebeğinden, vakit namazı için câmiye sayılı kalmış adımlarını atan ihtiyarına, hayatının baharında öğretmen olmuş genç kızlarımızdan belki bıyığı yeni terlemiş imamlarımıza, mühendislerimizden bürokratlarımıza, polislerimizden Mehmetçiklerimize kadar, halk otobüsünde yanarak can veren genç kızımızdan caddede kucağında bebeğiyle yürüyen anneye kadar, hamile kadınlarından tek çocukla anne-babalara, yeni evlenmiş delikanlılara kadar PKK terörüne binlerce şehit veren bir ülkeydi Türkiye.
Her şehit cenâzesinde “bir ölür bin diriliriz” diyebilen, “bir oğlum daha var, onu da alın, vatan sağ olsun” diyen bir ülkeydi Türkiye.
Şehit cenâzelerinde birbirinin etnik kökenini bilmeksizin aynı safta el bağlayan, aynı Fâtiha’yı okuyan, musallâdaki şehide haklarını “helâl eden” bir ülkeydi Türkiye.
“Onlara ölüler demeyiniz, onlar şehittirler” emrince amel eden ve albayrağa sarılarak, annesine, babasına, kardeşlerine, eşine, evlâdına, arkadaşlarına son kez gelen ve son yolculuğuna çıkan o muazzez naaşa yalnızca ve yalnızca “şehit” diyen bir ülkeydi Türkiye.
Topyekûn bir acının, topyekûn bir hüznün, topyekûn bir yasın, topyekûn gözyaşlarının şehitlere aktığı bir ülkeydi Türkiye.
Ne oldu bu ülkeye, ne oldu Türkiye’ye?
Ne oldu da, şehitlerine bile ağlayamaz, şehitlerine “şehit” diyemez ve “maskeli” gibi, “Vandal” gibi sıfatlarla söz ederek kâtillerinin adını dahi telâffuz edemez ve kâtillerini gizler bir ülke oldu bu Türkiye?
Ne oldu da, şehitlerin ardından ağlamak, şehitlerin ardından yas tutmak, onların ardından binler, on binler, yüz binler bir araya gelerek şehitleri uğurlamak, “kandan beslenmek” oldu?
Ne oldu da, PKK’ya “lânet” okumak, PKK’ya “kâtil” demek, şehitlerin kâtillerinin “PKK’lı kâtiller” olduğunu söylemek “savaş yanlısı” olmak oldu, “barış düşmanı” olmak oldu, PKK’ya yönelen nefret nasıl oldu da “barışa sıkılan kurşun” oldu?
Ne oldu da, bu ülkede Türk olmak bir özürlü durum hâline geldi?
Ne oldu da, bu ülkede Türk’ü yok saymak, Türk’ü hor görmek, Türk’e hakaret edebilmek vak’ayı âdiyeden olabildi, ne oldu da bu ülke şirâzesinden bu denli uzaklaştı?
Ne oldu da, İmralı’daki câniyi, PKK’yı ve onun HDP gibi, KCK gibi uzantılarını binlerce yıllık devlet geleneği olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti muhatap aldı ve asla kazanamayacakları bir terörün muhatapları olarak pazarlık masalarına oturdu?
Ne oldu bu ülkeye, ne oldu Türkiye’ye?
Bir tek şey oldu!
Türkiye Cumhuriyeti ile, Türk ile, Türk’e dâir her şey ile aralarında ciddi mesâfeler bulunan, İstiklâl Mahkemeleri’nden 28 Şubat’a kadar mâruz kaldıkları her mağdûriyetin faturasını ’devlet’e kesen ve Türkiye Cumhuriyeti’ne dâir biriktirdikleri tüm hesaplarını görme imkânını eline geçiren bir siyâsî kadro iktidar oldu.
Yakın uzak, tüm coğrafyaya bütün imkân ve alâkasını yoğunlaştıran bu iktidar, içeriye ve içeriye dâir her şeye yabancılaştı. Suriye için, Mısır için, Myanmar için ayağa kaldırılan devlet ve kurumları Kerkük için, Doğu Türkistan için, Karabağ için kılını kıpırdatmadı, Suriye için, Mısır için, Myanmar için hıçkırıklarla ağlayan devlet ve ricâli, Kerkük için, Doğu Türkistan için, Karabağ için bırakın gözyaşını, bir hüzün bile takınmadı çehrelerine.
12 yıldır vites büyüterek devam eden bu sürecin bugün geldiği noktada bir ’büyük akıl tutulması’nın ardından yaşanan bir ’büyük gönül tutulması’dır.
Her şeye rağmen, sahaya sürülen bütün algı savaşlarına rağmen, üretilen bütün hayâlî düşmanlara rağmen unutulmaması gereken bir şey var:
On binlerce insanımızın kâtili PKK’dır, KCK’dır ve onların elebaşı Apo’dur.
’Barış süreci’ adı altında yapılan tüm pazarlıklar bu ülkenin ekmeğine kan doğramaktır.
Aziz Türk Milleti,
Şehit cenâzelerine ihtirâm ediniz, on binler, yüz binler, milyonlar uğurlayınız. PKK terörüne lânetler okuyunuz. PKK’lı kâtillere lânetler okuyunuz.
Biliniz ki size ’barış süreci’ diye dayatılan her şey, bu ülkenin temeline döşenmiş mayınlardır. Barış, savaştan sonra düşmanla yapılır. Öncelikle Kürtler bizim düşmanımız değildir ve bugün sokakta silahsız askerlerimize sinsice yanaşıp kurşun sıkan PKK ile Türkiye Cumhuriyeti devleti henüz daha savaşmış değildir. Karanlıkta mayın döşemeye alışmış, karanlıkta kurşun sıkmaya alışmış bir hainlik savaşmayı bilmez.
Ancak milletler ve devletler savaşır.
PKK ve benzerlerinin sonu telef olmaktır...
...
Bazen dünyanın en korkunç suçunu işlemişsiniz hissine kapılırsınız. Oysaki sadece sevmişsinizdir.
Kocaman ve riyasiz.{®}
...
Kaldıramayacak yüreği ederinden fazla seversen sapıtır yoldan çıkar.
Hatta onda alerji yapar,şirazesi kayar.
Tıpkı soytarıya verilen fazla değerin onu kral etmeyeceği gibi basit bir insanı da canan etmez cana. Ve yolculuk zordur mutluluk yolunda. Dikkat etmeli basit insan yoldaş olmaz zor yolda insana.{®}
...
Gözünüzden ve gönlünüzden düşen her ne kadar ayaklar altına düşse de,latif ve onurlu bir saadeti birilerine meze olmak uğruna reddetmiş olsada,hatta bu şahsiyetler kitlelerce ismi,namı bilinen güya saygın birisi olsa dahi burulur yüreğiniz.{®}
...
O sizin en samimi duygularınızın celladıdır ama.... alması var işte.
Sonra üzülen siz olursunuz ki bir münacat iletilir gönülden Yaratan'a.
Hayırlısı....
Oysaki bu kelimenin telaffuzu tüm hayallerinin infaz emridir aslında.{®}
...
Yanlızsanız aramıza hoş geldiniz. Değilseniz doz ayarınıza dikkat ediniz. Yoksa üzülmek kaçınılmaz sonunuz ne yazık ki.Anlarsınız sizde sevdanın iki kişinin yaktığı lakin bir kişinin yandığı bir ateş olduğunu.
Ve sizde hesabı ötelerin ötesine bırakıp alırsınız elinize koca kara kilidi. Vurulmak üzere gönül kapısının üzerine. {®}
...
(Fatih ÇALTI ~ Gönülden sızanlar'dan kupreler)
OTAĞ-I FATİH'te
ÜLKÜCÜLÜK
Replies: 0
By: Fatih ÇALTI
Özellikle bir kısım genç kuşak eziyetsiz,cefasız bir ortamda ocak kültüründen uzak kulaktan dolma ve sadece ego tatmini ve etiket amaçlı bir ülkücülük profili oluşturdu.
Saygıdan yoksun,adaptan ari oluşun esas temelinde de bu yoz ve tanımsız sözde ülkücülük yatmaktadır. Bunların ne ülkü ile nede ülkücülük ile hiç bir alakaları bulunmamaktadır.
Ülkücülük ne bir partinin mensubu olmakla,ne bir gurubun üyesi olmakla nede bir düşüncenin taraftarı olmakla ilişkili bir konudur.
Ülkücü idealisttir.
Ülkücü inançlıdır.
Ülkücü vatanseverdir.
Ülkücü milli ve manevi değerleri yaşar ve yaşatır.
Ülkücü şu yada bu etnik gurup veya mezhep ile değil doğrudan insanlık ile ve öz değerler ile alakalıdır.
Ülkücülük hiç bir kişi,kurum yahut oluşumun tekelinde değildir. Coğrafyamızda ülkücüler bir partinin çatısı altına sığmayacak kadar da çoktur elhamdülillah.
Türk tarihini bilmeden,İslami kaidelerden bihaber,inancı yaşamaktan uzak,sevgi ve saygıdan fukara kalmış ama adını sorsanız ülkücü diyecek. Öğle bir dünya yok be muhterem senden bırak ülkücüyü türkücü dahi olmaz.
Ülkücü tavrı ile, edasıyla, duruşuyla, özüyle, sözüyle toplumda emsal olacak bir karakter taşımalıdır.
Her karışı ecdat kanı ile sulanmış bu cennet vatanıma sevdalı olmak öğle kolay değil.
"Vatan sevgisi imandandır" buyurarak bence en büyük milliyetçi olan Güllerin Efendisi Hz. Peygambere ümmet olmak kolay değil.
"Yurtta sulh,cihanda sulh" derken milli varlığımıza kasteden düşmana karşı ise"Ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum" diyen Mustafa Kemal Atatürk ve onun emrini "Esaret altında yaşamaktansa bağımsızlık uğruna şahadet yolcusu olmak ve bu uğurda can vermek evladır" diyerek gözünü kırpmadan düşman üstüne yürüyen bir ecdada torun olmak kolay değil.
"Devlet ebed,müddet" diyerek korkusuzca dar ağacına yürüyen gencecik canlara kardeş olmak kolay değil.
Bu profile uygun bir kimse zaten milli birlik ve beraberlik olgunluğuna erişmiştir. İşte bu erdemin adıdır Ülkücülük.
Yani ayrışma değil birleşmedir ülkücülük.
Ben egosundan kurtulup biz olmaktır.
Bir olmak,iri olmak,diri olmaktır ülkücülük.
Ahlakını ve erdemlerini akademik kariyeri ile taçlandırmaktır ülkücülük.
TÜRKLÜK çatısı altında ihanet etmemiş olmak kaydıyla değişik boy,grup,din, mezhep,dil ve ırktan her fertle beşeri ilişkileri İnsani çerçevede tutmayı bilmektir ülkücülük.
Ülkenin ve toplumun hep birlikte kalkınması adına projeler üretip bunları hayata geçirmektir ülkücülük.
Adı, sekli ve nevii ne olursa olsun her türlü uyuşturucuya savaş açmaktır ülkücülük.
Velhasıl adam gibi adam olmaktır ülkücülük.
Ülkücülüğü gereğiyle yaşayan ülkü gönüllere ve kıymetli canlara gönül dolusu selam olsun.
Fatih ÇALTI
Posted via Blogaway
Merkez Parti her fikirden lakin ortak sevdası vatan olan her ferdin kendisine yer bulduğu ve bulacağı,her alanda adaletin yeniden egemen kılınacağı, ulusal ve uluslararası arenada kaybedilen Türkiye cumhuriyetinin itibar ve etkinliğini yeniden kazandırmak,aziz milletimize layık olduğu gibi gereğince hizmet edebilmek,dış ve onun uzantıları iç mihraklarca çeşitli isimler ve projeler ile toprak bütünlüğümüze kasta engel olmak amacı ile muhalefet değil direk iktidar hedefli kurulmuş bir partidir.
Aziz Türk milletinin her kesiminin gösterdiği teveccüh bu tarz bir siyaset anlayışına duyulan özlemin açık göstergesidir.
Sağcısı ve solcusu ile,dindarı ve muhafazakarı ile,ülkücüsü ve liberali ile,alevisi ve sunnisi ile,Türkü ve kürdü ile velhasıl ben değil biz kavramı eksenli düşünen ve vatanına ve dahi mukaddesatına sevdalı her can ile biz büyük Türkiye'ysek bu kadar dejenere olmuş ve düşmanı çoğalmış bir coğrafyada tek bir ideoloji üzerine kurulu bir parti ile bir yere varılamayacağını,bunun kamplaşma ve gruplaşma ile ötekileştirme ve başkalaştırmadan gayri bir sonuca bizi ulaştırmayacağını bu güne kadar anlamış olmalıydık.
Değişik siyasi oluşumlar içerisinde yer alarak yürütülen soyut muhalefet, akp gibi bir partiyi ve onun eksik,yanlı yahut hatalı politika izlemesi nedeni ile değil midir bu günkü gelinen nokta?
o sebeptendir ki bir olma,iri olma,diri olma çağıdır şimdi.
partiler ve isimler fani dava bakidir. Devletimin ve milletimin bekasına ve dahi mukaddesatımıza bu kadar pervasız saldırıldığında bir dönemde basmakalıp düşüncelerin ekseninden kurtulup "devlet ebed,millet ebed müddet " düsturuna sahip çıkmanın zamanı gelmedi mi daha? Aksi düşünceleri savunmak akıl tutulması değilde nedir ALLAH aşkına?
Coğrafyamızda savaş naralari İbranice ve İngilizce,feryatlar ise türkçe, kürtçe ve arapça olduğu gerçeği ne zaman fark edilecek acaba?
İçte ve dışta asıl savaşın haçın hilale karşı savaşı olduğu,bu cephede de en güçlü aktör olan ülkemizi böl,parçala ve yok et stratejisi ile ortadan kaldırma gayretinde olan bir gizli dünya devleti ve şer ittifakıyla mücadele ettiğimizi hangi akıl sahibi yok sayabilir ki?
Aklıselim davranmanın çağıdır artık.
Türklüğümüzden ve İslami değerlerden zerre taviz vermeden, Atatürk ilkeleri ve adalet çizgisine sadık kalarak,hiç kimsenin güdümünde olmadan çıkılan bu kutlu yolda vatanına ve mukaddesatına sevdalı her ferdi bu güç birliğinde yer almaya davet ediyorum.
selam,saygı ve dua ile.
Fatih ÇALTI
TAŞ DAHİ YERİNDE AĞIRDIR.
Toplumda kabul görmüş,belli bir makam ve mevkide bulunan kişiler düşünce ve davranışlarında ağır ve adaplı olmak zorundadır.
Türk töresi,İslami kaideler ve gelenek - göreneklerimiz dahilinde hareket etmek bulunulan konumun zorunluluğudur.
Bunca zamandır süregelen varlık deryasında balık misali sürdürdükleri hükümdarlık bir anda çekilen su ile sona etmekle kalmaz onları küçük gördükleri karıncalara yem yapar.
Hüküm ALLAH'Indır.
Rızık ALLAH'tandır.
Hayat ALLAH'ın taktirindedir.
Kul acizliginin farkında olmalı haddi aşmamalıdır.
.
NİYET ŞER OLUNCA AKİBET HAYR OLUR MU?
Önceden doğan görünümlü şahinler ve kuzu postuna bürünmüş çakallar vardı piyasada. Şimdi artık insanlar aştı kendini. Arsızlık,hırsızlık,yüzsüzlük,hayasızlık,inançsızlık ve şerefsizlik herhangi bir maskeye gerek bile duyulmadan aleni işlenir oldu.
ALLAH ismi ve din adı altında insanları aldatma kervanına milli kimliklerinden dahil edilmesi işleri iyice çığrından çıkardı.
Kimin alim kimin zalim olduğu,kimin mazlum kimin zulümkâr olduğu iyice birbirine karıştı.
Kendi namuslarına laf ettirmez densizler başkalarının namuslarına tereddütsüz dil uzatmaktan ve onursuzca musallat olmaktan imtina etmez bir hâl aldılar. İnandıkları gibi yaşamaktan ari ruhsuz kalıplar yaşadıkları gibi inanmaya başladılar ve çalma elin kapısını yüzük kaşıyla,çalarlar kapını hançer başıyla atasözümüzün ise hala geçerli olduğunu unuttular galiba.
Yinede biz Türk töresinin ve inancımızın gereği diriliş,uyanış ve kurtuluşa vesileler kılmasını ve insani değerlerimize yeniden yönelip özbenligimiz ile barışmamızı yüce Mevlam dan niyaz ediyorum.