3 Haziran 2014 Salı

KADIN, DEMOKRASİ VE TÜRKÇE

Gülşen Yıldırım'a adanmıştır

Eski Türk yaşayışında tam bir kadın-erkek eşitliği görülür. İslam öncesi Arap toplumuna bakıldığında Türk yaşayışının bu denli ileri bir düzeyde olması beni çok düşündürmüştür. Hele Batı toplumlarında ve eski Hint yaşayışında "drahoma" denilen geleneğin "kadın"ı son derece aşağılaması anlaşılır gibi değildir. Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Kadın Hakları ve Atatürk adlı makalesinde eski Türk yaşayışında kadının yerini şöyle özetliyor: "İslâmiyetten önceki eski Türk toplumlarında, kadın, erkekten farklı, ama ona eşit bir varlık olarak saygı görürdü. Aile tek evliliğe dayanırdı. Doğan çocuğun kız olması matem sebebi sayılmazdı. İstenmeyen kız çocuklarının öldürülmesi âdeti hiçbir Türk toplumunda görülmemişti. Çocuklar üzerinde baba kadar ananın da hakları olduğu kabul edilirdi. Mülkiyet bakımından da kadın eşit haklara sahipti. “Hakan”ın emirlerinde, eşinin, “Hatun"un adına da yer verilirdi. Türk toplumu, kadınlar için, kapalı bir toplum değildi."

Karal adı geçen yazısında kadınları arka plana iten tarihsel derinlikten de söz ediyor: "Kadını hor görüp aşağılayan görüşlerin kökleri tarihin derinliklerindedir. Birçok din yorumcuları, kadını, pek haksız şekilde, “acı­ların kaynağı”, “günahın sembolü”, “şeytanın aracı” gibi göstermeye çalışmışlardır. Budizmle ve Hıristiyanlıkla ilgili eski kaynaklarda, bugün bu dinlere bağlananların da ciddiye almadıkları böyle yersiz suçlamaların sayısız örneğine rastlanır."

Karal, İslam öncesi Arap toplumunda kadınla ilgili olarak şu değerlendirmeleri yapmaktadır: "İslâmiyetten önce, Arap toplumu, istenmeyen bir kız çocuğunun diri diri gömülebildiği, erkeğin dilediği sayıda evlenebildiği, kadının bir eşya parçası gibi alınıp satılabildiği bir toplumdu. Böyle bir toplumda, İslâmiyet daha önceki duruma göre kadınlar lehine çok büyük bir değişiklik getirmiş sayılabilir. İslâmiyet, Arap toplumunda âdeta bir eşya statüsünde olan kadını bu durumdan kur­tarıp, belli hakları olan bir insan statüsüne kavuşturmuştur, denebilir."

Tam bu noktada İslam, kadın için bir müjde dini olarak doğar. İslam'ın kadının en çok aşağılandığı Cahiliye dönemi Arap toplumunda doğması rastlantı değildir. Kadına insan türünü sürdürmede en önemli görevi veren yüce Yaradan'ın bir bağışıdır İslam. Ancak İslam'ın kadına verdiği haklar, din yorumcularının değerlendirmeleri ile ileri gideceğine geriler. Karal, bu konuda şöyle diyor: "..kadın- erkek eşitsizliği de Arap toplumunda öylesine kökleşmiş idi ki, bunu bir çırpıda ortadan kaldırmak kabil olmadı. Kaldı ki Müslümanlığın yayılması sırasında, bazan İslâmiyetin özüyle hiçbir ilgisi olmayan birtakım eski âdetler, kötü ve yanlış uygulamalar, eksik ve çarpık yorumlar etkili olmaya başladı. Böylece, zamanla, kadın hakları konusunda, İslâm’ın asıl ruhuna ve amacına uygun bir yönde olumlu gelişmeler görülecek yerde, tam aksine, kadını ikinci sınıf insan durumuna düşüren bir takım anlayış ve uygulamalar İslâm dünyasına gitgide egemen oldu. Din kuralları dar ve ters yönde yorumlandı. Kadınlar aleyhine yorumlar getirildi. Hukukî çözümler bir noktada donduruldu. Çağların değişmesine ve dünyadaki ilerlemelere ayak uydurulamadı. Kadının yeterince eğitilmemesi, peçe ve kafes ardına hapsedilmesi, sosyal hayatın dışına atılması, giderek toplumda geriletici etkiler yapmağa başladı."

Türkiye'nin yönetiminde Atatürk söz sahibi olduğunda ülkemizde kadın-erkek eşitsizliği sürüyordu. Atatürk, milletin kendini yönetecekleri seçeceği bir yönetim biçimi düşünüyordu. Bunun adı Cumhuriyet olacaktı. Cumhuriyet'in seçmen kitlesini erkekler kadar kadınlar da oluşturacaktı. O, tam bir Türk bilinçaltına sahipti. Bu bilinçaltını eski Türk töresi biçimlendiriyordu. Bu yüzden, kadını eve hapseden, iş hayatından uzak tutan; dar ve sığ bakış açılarından uzaktı. Kadına bütün haklarını korkusuzca vermek niyetindeydi.

Batıda kadınlara tanınmayan hakları kadına verdiği gibi kadını dünya kadınlarına örnek yapmak gibi bir amacı da vardı: "Türk kadınının dünya kadınlığına elini vererek, dünyanın barış ve güveni için çalışacağına emin olabilirsiniz." diyordu. Ulu önder, Türk kadınlarının hiçbir alanda erkeklerden ve Avrupalı kadınlardan geri kalmayacakları yolundaki inancını da şu sözleriyle belirtiyordu: "Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan biçim ve kılıkta başarıdan çok, ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip, donanmaktır. Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak şekilde ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım."

Atatürk'ün kadınlarımıza tanıdığı hakların ne kadar önemli olduğu konusunda Prof. Dr. Turan Feyzioğlu şunarı söylemektedir:
Atatürk’ün düşünceleri tutarlı bir bütün oluşturur. Atatürk’ün, kadının hakları ve toplumdaki yeri ile görüşleri bu bütünün önemli bir unsurudur. Atatürk hayatında başka hiçbir hizmet yapmamış olsaydı, sadece kadınları akla ve vicdana aykırı bir durumdan kurtarma yolundaki düşünceleri ve başarılarıyla, Türk tarihinde olduğu gibi, insanlık tarihinde de şerefli bir yerin sahibi olurdu.Kasım 1938’de, Atatürk’ün ölümü üzerine yayınladığı bildiride Hindistan Kadınlar Birliği, O’nu, “kadın haklarının tarihi boyunca gelmiş en büyük savunucularından biri” ilân etmişti

Atatürk'ün aramızdan ayrılışının 75. yılında Funda Şahin tarafından yapılan bir yüksek lisans çalışmasında kadınlarımıza sağlanan hakları, kadınlarımızın yeterince kullanamadıkları ve toplumda istenilen düzeye çıkamadıkları acı gerçeği şu satırlarla kendini ortaya koyuyor: "Kadınlar, siyasal temsil mücadelelerine rağmen dünyada en yaygın olarak eksik temsil edilen toplumsal grup olmaya devam etmektedir. Kadınların siyasal yaşamda eksik temsil sorunu, dünyada genel olarak cinsiyetler arasında var olan eşitsizliğin bir göstergesi niteliğindedir. Oysa kadınların karar alma süreçlerine eşit katılımı, sadece adalet ve demokrasi talebi olmakla kalmayıp aynı zamanda kadının statüsünün geliştirilmesinin de gerekli bir koşuludur. Kadının her düzeyde yönetime faal katılımı sağlanmadan ve karar almanın bütün düzeylerine toplumsal cinsiyet ana yaklaşımı yerleştirilmeden eşitlik, kalkınma ve çağdaşlık hedeflerine ulaşılması mümkün gözükmemektedir.

Atatürk'ün demokrasi gereği kadınlara tanıdığı bu hakların, -kadın-erkek eşitliği ana düşüncesinin- perde gerisinde ya da bilinçaltında Türk kültürünün yattığı bir gerçektir. Atatürk kültürde öze ve kendine dönüşün timsalidir. Bir bakıma demokrasi ya da cumhuriyet yönetimi Atatürk'ün bilinçaltının ortaya çıkmasına olanak sağlamıştır. Bizi bu düşünceye ulaştıran hiç kuşkusuz Türkçedir.

Denilebilir ki Türkçe, Türkün dünya görüşünün ses halinde yansımasıdır. Türkçeye bakılarak Türkün nasıl düşündüğü, hangi değer yargılarına sahip olduğu kolaylıkla anlaşılabilir. Türkçe, kadın-erkek eşitliğine yer veren bir dil olarak, Dünya dilleri içinde dikkatleri en çok üzerine çeken dillerdendir.Canlıların türlerini sürdürebilmeleri için erkek ve dişi diye yaratılmış olmalarından esinlenerek cansız varlıkları da öteki diller bu ayrıma tabi tutarken Türkçenin cansız varlıkları erkek-dişi diye ayırmaması gerçekçiliğinden kaynaklanır. Çünkü "duvar" erkek iken, "sıra" niçin dişidir sorusuna hiçbir Fransız cevap veremez. Fransızlar duvar yazarken başına le (mur), sıra yazarken başına la (table) getirir. Kuşkusuz Fransızların evreni seslendirme düşüncesine bu ayrımcılık yansır. İşte Türkçede böyle bir ayrım yoktur. Demokrasi, yönetim bakımından kadın-erkek eşitliğini hedef aldığından, alması gerektiğinden diyoruz ki dünyada demokrasiye en uygun dil Türkçedir.

Dr. Hüseyin YENİÇERİ

22 Mayıs 2014<br /><img src="http://img.webme.com/pic/f/fatihcalti/ekle.jpg"/>

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder